Yanımıza almamıza müsade edilen şeyleri de bıraktık. Biraz daha koştuk ve kıyafetlerimiz bile fazla gelmeye başladı. Ağırlığından yada sıcaktan değil, birşeye sahip olmanın verdiği dayanılmaz sancıydı bu. Başlamıştı işte. Oraya yaklaştıkça sahip olduğumuz herşeyden, hatta bedenlerimizden bile kurtulmak istiyorduk. Ancak yine oraya varabilmek için, bedenlerimize ihtiyacımız vardı. Sadece soyunduk ve bu başlangıcını bilmediğimiz ormanın içinde, çırılçıplak koşmaya devam ettik.
      
      Yaklaştıkça heyecanımız arttı ve hızlandık. O kadar hızlıydık ki, büyük bir kuyudan düştüğümüzü, birimiz durmaya karar verince anladık, kimse duramazdı artık. Düşüyorduk. Işık gittikçe azalıyordu. O kadar hızlandık ki, bedenlerimiz, ruhlarımızdan sıyrılıp parça parça kopmaya başladı. Etlerimiz bizim kadar hızlı düşemiyordu çünkü. Işık bile yetişemedi. Uzaklarda kayboldu.

     Son parçalarımızda bizi terkettiğinde kuyunun dibine çarptık. Ancak bu çarpışın şiddetini, bedenlerimiz olmadığı için hissedemedik. Varmıştık işte! Sanki varmamak mümkünmüş gibi...

   Aradığımız şey buralarda biryerdeydi fakat o kadar karanlıktı ki, onu görmek imkansızdı. Ellerimizle yoklayabilirdik yerleri ancak ellerimiz de uçup gitmişti. Önemsemedik. Onun da buralarda biryerde olduğunu umarak, bu sonsuz karanlıkta ki sonsuz bekleyişimize koyulduk. Sanki bekleyememek mümkünmüş gibi.
Closure
Published:

Closure

Displacement tests with redshift, maya and mir plugin

Published: